Yiyecek yardımına bağlı olarak yaşamak çoğu insan için hoş olmayan bir durumdur. Bir büyükannenin kendi utancını yenerek başkalarının yararlı bir şekilde yardım edebileceğini ispatlayan bu hikayeyi okuyunuz.
Edith Kieselbach kalın kürk ceketi ve altın mücevherlerinin bereketi olmadan kendi gölgesini aşamaz ve dışardan yardım almazdı. Edith’in üç çocuk annesi bekar kızı neredeyse yarım senedir Cuxhavener Tafel (yoksul kesime yiyecek yardımı yapan bir organizasyon)’in yardımlarına bel bağlıyordu. Buna rağmen bakkallardaki neredeyse bedava ve çöpe gidecek olan yiyecekleri kabul etmeyecek kadar büyük bir utancı var. Tafel’den gelen yiyecek yardımları olmasa aile yeteri kadar beslenemezdi. Bu nedenle ailesinin ilk defa bu kadar ağır bir fakirlikle karşı karşıya kaldığını gören büyükanne Edith, Tafel’den yiyecek yardımı alma görevini üstüne aldı.
Edith yarım saat boyunca bej renkli plastik taburede oturdu ve çağırılmayı bekledi. Sabırsızlıkla, kırmızı sertifikasıyla oyalandı ve sonra ellerini dökümlü gri kürt ceketinin arka ceplerine sakladı. Gözünü odanın öbür tarafına dikti. Edith’in yüzü eskiden de çok güzel olduğunu anlatan izleri taşıyordu. Kırmızı ruju eskiden olduğu gibi keskin gözükmüyor ve büyük inci küpeleri artık kulak memesinden sarkıyordu.
Onunla birlikte odada fakir, hastalıklı ve hüzünlü insanlar vardı. Torn ve onun eski püskü kot pantolonu, gülünç ayak tabanı ve ayakkabısı tarafından çiğneniyordu. Edith kendi kendine ‘Buradaki çoğu kişi bugüne kadar su görmemişler.’ diye fısıldadı.
Bekledikleri oda adeta bir çöplük gibi balık ve bayat yiyecek kokuyordu. Bu oda Kuzey Denizi’ndeki liman şehri olan Cuxhavener’in yıkımı için temizlenen eski tuğla binanın bir parçasıydı. Karanlık odaya uzun koridorlardan geçerek ulaşılabiliyordu. Her tarafta kurumuş bitkiler. Beyaz çinili duvarlar. Sallanan tabureler. Eski püskü bir kanepe ve eskimiş deriden yapılmış bir tekerlekli sandalye. Tamamen bir moral yıkımı. Tuğla zemin belli ki uzun zaman boyunca süpürülmüş. Odada soğuk bir rüzgar var. Yirmi yaşlarında bir anne kızının yün hırkasının fermuarını çekiştiriyor.
Pazartesi sabahı, saat on. Herkes kendi için belirlenen gıda yardımını almak için sırasını bekliyordu. Bu insanların Cuxhavener Tafel’den sağlanan yiyecek yardımına ihtiyacı vardı. Onlar işlerini kaybetmiş ya da hiç iş sahibi olamamış insanlardu. Yabancı topraklardan gelen insanların da tek umudu daha iyi bir hayata sahip olmak. Son zamanlarda çalıştığı halde maaşı ailesi için yeterli olmayıp buraya yardım için gelen insanların sayısı da artıyordu.
Bu sebeplerden hiçbiri Edith Kieselbach’e uymuyordu. Yetmiş iki yaşında bir emekli olan Edith, bütün hayatı boyunca çalıştı; uzun bir süre avukat olarak, daha sonra da bir bakımevinin yöneticisi olarak. Kocası birkaç sene önce vefat etmişti. Emekli maaşı ile tek başına rahatça yaşayabilirdi. Zor kazanılan bu para tiyatroya gitmeye, güzel kıyafetler almaya,
ve bazen Hamburg yakınlarına gezmeye gitmeye yetecek kadardı. Edith sadece banka hesabındaki tutar ile değil her şekilde burdaki insanlardan farklı bir dünyadaydı. Edith: ‘Tafel’deki ilk ziyaretimde diğer müşteriler şaşırıp kalmıştı. Buraya kıyafet bağışlamaya değil de onlar gibi yemek almaya geldiğimi anlamaları için zamana ihtiyaçları oldu’ diye açıkladı.
‘Buradayken kendimi dilenci gibi hissediyorum’.
Fakat Edith Kieselbach burada kendisine yiyecek yardımı almak için bulunmuyor. Edith’in kuaför olan üç çocuklu genç kızı Tafel’den gelen yardıma bağlı yaşıyor ama birisi tarafından tanınma ihtimalinin utancı ile Tafel’e girmeye cüret edemiyordu. ‘Bunu yapamam, fakir biri olmak istemiyorum’ dedi genç kadın. Bu nedenle büyükanne Edith devreye girdi. Her pazartesi kendinden beklenmedik şekilde bir öncekinden daha fazla kendi benliğini içine gömüp Tafel’e yardım almaya geliyordu. Edith’in burda utanıp bir dilenci gibi hissetmemesi için bir zırh gibi kalın kürk ceketine ihtiyacı vardı.
Edith parayı kızının eline koyarken basitçe şunu söyledi: ‘Bunu kendim için yapmıyorum. Onun buraya geri gelmesini istiyorum. Onun kendisine yardım etmesi için çabalıyorum’.
Büyük demir kapı yavaşca açıldı ve kahverengi bluzlu küçük kadın dışarı adım attı: ‘Yüz elli ve iki yüz arasındaki numaralar lütfen içeri gelin’. Tafel’in lideri Barb Lockstein bir sonraki grubu karşı tarafa çağırıyordu. Baştan başa bekleyen insanlar yanlarında getirdikleri büyük alışveriş poşetleriyle ayağa kalkıp büyük kapıdan salona doğru geçtiler.
Edith’in karşısındaki başörtülü kadın sessizce ağlamaya başladı. Yanındaki arkadaşı onu rahatlattı ve beraber salona geçtiler. ‘İşte ilk ziyaretimden sonra hissettiğim şey buydu’ dedi Edith. ‘İlk ziyaret felekettir. Zemin sizi ayaklarınızdan çekiyormuş gibi hissedersiniz’. ‘Burda neyle karşı karşıya kalacağımı bilmiyordum aynı zamanda kızıma kendi sorumluluklarından saklandığı için çok kızgındım. Kimse burada bulunmak istemez’.
Yoksulluk günden güne artıyor
Edith’in numarası ikiyüz doksan üç ve kendi grubunun çağırılması için bekliyor. Bugün lobide her zamankinden daha uzun bir kuyruk var. İnsanlar sesini çıkaramıyor sadece yiyecekler hakkında konuştuklarını duyabilirsiniz: ‘Birkaç asma domates mi istersin yoksa üç tane muz mu?’ – ‘Muzu tercih ederim’.
Tafel’den altmış gönüllü kişinin önceden hazırladığı yiyecekler üç tane uzun masada servis edilmiş. Günün sonunda herkese yetecek kadar muz, lahana ve ekmek kalması için yiyecekler ailelere göre gönüllüler tarafından dikkatli bir şekilde dağıtılır. Barb Lockstein, çevredeki marketlerin özenli bağışlarına rağmen artan talep nedeniyle bazen insanların evlerine elleri boş döndüklerini açıkladı. Elli bin nüfuslu bu şehirde, onbir senedir bulunan bu kuruluştan yiyecek yardımı alan insan sayısı dörde katlanarak beşyüzden iki bine çıkmıştı.
Masadaki mavi-yeşil kısma kadar yiyecek sırası yavaşça ileri itildi. Hesap ödeme noktasından Bay Gruns çalışıyor. Her müşteri kişi başı bir buçuk euro, iki kişi için iki euro gibi küçük bir ücret ödüyor. ‘Maalesef ay sonuna doğru isanların tekrar tekrar kredi ile yiyecek aldığına şahit oluyorum’ dedi Bay Gruns. ‘Buradaki insanların ne kadar kötü şekilde etkilendiklerini
tahmin bile edemezsiniz. İnsanlar genellikle önümde gözyaşı döker. Bu insanların utanması gereken bir şey değil, biz işin ucuzuna ve kolayına kaçtığımızı biliyoruz’.
Utancının azalması zaman alacak
Edith önündeki küçük ve zayıf kadınla konuşuyor aynı zamanda kendini diğerlerine tanıtıyordu. Kadının deri ceketinin dirseğinde kocaman bir delik vardı. Sahildeki bir otelde temizlikçi olarak çalışıyormuş. Arkasındaki askıda Ortak Refah Derneği’nin şu sözleri içeren posteri asılıydı : Çalışmaya rağmen fakir. Burdaki yardım olmasa iki yakayı bir araya getiremeyeceğini söyledi. Evdeki bir aletin bozulması ya da yeni bir kıyafet alma ihtiyacı duymanın düşüncesi bile başının ağrımasına neden oluyornuş. Yaklaşık on senedir düzenli olarak harcamalarını kıstığını söyledi; ‘Her şey gittikçe pahalanıyor ve yükselen fiyatların arasında sıkışıp kaldım. Ne yapıp edip harcamalarımı azaltmalıyım’. Bu sebeple sigortaları ve kişisel varlıkları tükenip bitmiş.
Bu kadın Tafel kurulduğundan beri buranın müşterisi. İlk zamanlar Tafel’in binanın bodrum katında çok az odaya sahip olduğu için insanların saatlerce şehirdeki Sosyal Refah Merkezi’nin kapısında saatlerce beklediğini hala hatırladığı söyledi. ‘Burda geldiğinizden beri sahip olduğunuz bu lükse minnettar olmalısınız’ dedi sırıtarak ve ‘özellikle dondurucu havalardan oldukça tatsız ve sıkıcı bir iş oluyor ve artık daha sağduyulular çünkü kapıda bütün dünyanın seni görmesi için beklemek zorunda kalmıyorsun’ diye ekledi.
Barb Lockstein kalabalık arasından göründü, Edith’i ve konuştuğu kişiyi selamladı. Sarışın, pembe yün ceketli kızı göstererek ‘Küçük kızımızı görmüş müydünüz?’ diye sordu. Lockstein burdaki müşterilerle konuşmayı severdi; ‘Onların rahatsızlıklarını biraz da olsa azaltmak istiyorum. Kimsenin burda utanç duymasına gerek yok’. ‘Tafel’e ilk ziyaret herkes için çok zor. İnsanlar genellikle şöyle bir bakıp ağlamaya başlıyor. Çoğunluk burada dilenciymiş gibi hissettiklerini söyler.’ Edith’in omzunu nazikçe okşadı. ‘Zamanla çekingenlik azalıyor ve rahat bir işbirliği ortaya çıkabiliyor. Birbirimize değer veriyoruz ve birbirimizi önemsiyoruz çünkü çok açık ki insan eşini ya da okuldaki çocuğunun nasıl sorunsuzca güne devam ettiğini merak eder. Daha sonra insanlar bu içten ilgimizi ve kapımızın her zaman herkese açık olduğunu anladı. İhtiyacımız olan tek şey biraz empati’.
Kuyruk ileri doğru ilerledi ve sonunda Edith’in sırası geldi. Mavi desenli etek giyen asistan ‘Çavdar ekmeği ister misiniz?’ diye sordu, ‘Daha yeni aldık, gerçekten çok taze!’.
Edith ağzına kadar dolu olan iki torbayı da arabasının bagajına koyup kızına gitmek için yola koyuldu. Yiyecekleri kızına götürmek için acele ediyordu çünkü bi arkadaşı tarafından kahve içmeye davet edilmişti. Zile bastığında kimse aşağıya inmedi bu yüzden eski binanın dördüncü katına kadar poşetleri taşıdı. Dairede kızı, kızının erkek arkadaşı ve üç tane torunu kalıyordu. Yukarıya ulaştığında kızı, Edith’e hamile olduğunu söyledi ve Edith’in daha iyi zamanlar yaşamak adına kurduğu hayalleri en sonunda yine uçup gitmişti.
[crp]
Son Yorumlar